28 Ekim 2008 Salı

60 KİŞİLİK DOĞUM GÜNÜ PASTASI - JUNGLE,SÜNGER BOB, NEMO DUYAN GELMİŞ -ŞEKER HAMURU YE #38 (CANLARIMIN 10 YAŞ PASTASI)

Eveeet işte canım ikizlerimin doğumgünü pastası, daha doğrusu doğumgünü pastalarının birincisi...Bu pastayı sınıf arkadaşlarıyla yapacakları kutlama partisi için hazırladım. İkisi farklı sınıflardalar, dolayısıyla davetli sayısı da fazla olacaktı, bu yüzden iki katlı yaptım pastayı ve böylece ilk iki katlı pasta denememi de yapmış oldum. Sonuç süperrr, kim tutar artık beni...

Pastanın temasını çocuklar kendi belirledi. Pelin orman hayvanları ile dolu jungle pasta isterken Barkın favori çizgi kahramanı sünger Bob'u istedi. Ben de böyle bir kompozisyonda iki isteği birleştirdim.


Açtım önüme hayvan resimlerini...başladım. İlk başta hava durumuna kafamı fazla takınca kitlendim, zira doğumgünü açık havada olacaktı (60 kişiyi nereye sığdırayım) ve bazı kanallar yağmur ihtimalinden bahsediyordu. Eğiyorum büküyorum yok, istediğim gibi olmuyor. Bıraktım. Elmalı kurabiye, mercimekli poğaça vb. hazırlıklara döndüm. Sonunda hava durumunu boşverip hayvancıklarıma geri döndüm ve sonuç önünüzde...


Şimdiye kadar insan figürü, çiçek, böcek denemiştim ama hayvan figürü yapmamıştım. Her bir figür ortaya çıktıkça daha da keyifle çalıştım. Pastanın üzerinde yer kalsa daha da yapacaktım, müthiş keyif aldım, aynı zamanda güven tazelemiş de oldum:-))))


Nehir kenarındaki taşları taş görünümlü çikolatalardan yaptım, çocuklar bayıldı...



En sevdiğim figür bu şirin aslancık oldu...



Arılarla iyi geçinirsen bal küpü senin oluuurr...



Su içerken timsaha dikkat!..

Var mı ağaç gölgesinde muz yemek gibisi...


Sünger Bob ve Patrick suyun içinde serinliyor, aaa Sünger Bob öyle rahatlamış ki kravatı bile atmış:-))))) (Ben de bu ünger Bob da bi tuhaflık var ama ne diyordum:-))))



Unutmadan, bu pastayı Yaman Ayşe'nin Şeker hamuru ye #38 etkinliğine gönderdiğimi de belirteyim :-)))
Pasta 60 kişiye rahat rahat yetti. Üst katın pandispanyası kakaolu, dolgu kreması pastacı kreması ve içi muzlu çikolatalı yaptım. Alt katın pandispanyası ise sade, içi sütlü çikolatalı ganaj yaptım.
Sonuç olarak yağmur yağmadı, çocukların gönüllerince koşturup eğlendiği, velilerin sonbahar renklerinin tadını çıkarttığı, herkesin pastayı ve diğer ikramları beğendiği inanılmaz güzel bir doğum günü oldu.
Canım yavrularım iyi ki doğdunuz, sizleri çok ama çoooooooooook seviyorum.

PROTESTO


Cumartesi günü ikizlerimin sınıf arkadaşlarıyla kutlayacakları doğum günü için hazırlık yaparken elmalı kurabiyeye neler koymuştum, şu figürü nasıl yapsam diye arada blogumu ve diğer blogları geziyordum. Öğleden sonra sanırım saat 4’e kadar bir sorun yoktu. Yazılarımdan birinde yazım hatası yaptığımı fark ettiğimde düzeltmek için kontrol panele girmeye çalıştım ama nafile, bir türlü bağlantı kuramadım. Ben de üzerinde durmadım, kapatıp pastanın hazırlıklarına devam ettim. Uğraştım didindim, güzzeellce hazırlıklarımı tamamladım. Pastanın resimlerini çektim. Hani blogumda yayınlayacağım ya… Akşam arkadaşım telaşla beni arayıp da bloggerin mahkeme kararıyla kapatıldığını, hiçbir bloga erişim sağlanamadığını söyleyince başımdan aşağı kaynar sular indi. Bırak pastayı yayınlamayı kendi yazdığım tariflerim, yazılarım hepsi uçup gitti…Daha sabah yedeklemeyi düşünmüştüm, ah ahhh bugünün işini yarına bırakma diye boşuna dememişler ki…Biraz ondan biraz bundan uydurduğum, tadını çok beğenip bloguma yazdığım tariflerimin hepsini hatırlamam mümkün değil ki…Hem üzgünlük, hem kızgınlık, hem bezginlik…ne hissedeceğimi şaşırdım.
Blogumu açıyorum…Mahkeme kararıyla engellendi yazıyor… Ne yapmışım ben? Ne yazmışım? Nasıl bir uygunsuz yemek tarif etmişim de benim blogum da kapatılmış? Bu nasıl adalet? Kurunun yanında yaşları da çatır çatır yakalım da uğraşmayalım mı demişler? Teknoloji çağındayken uygunsuz yazı ve blogları filtrelemek, insan haklarına saygı göstermek bu kadar mı zor? Teknolojiyi bir kenara itip, paylaşımları kapatıp, teksir kağıtlarına mı dönmek gerek?..
Aklıma ilk gelen yurt dışından birine blogumu kopyalayıp bana göndermesini rica etmek oldu. Hiç değilse tariflerimi tarif defterime (kağıttan olan) yazarım dedim. Neyse ki buna gerek kalmadan bu çağ dışı uygulama sona erdi. Haberlerde dinlediğime göre deliller toplanana kadar yasak kaldırılmış (ortalıkta nişasta, pudra şekeri falan bıraktıysanız hemen kaldırın, pastaların üzerinde de parmak iziniz kalmasın…:))), umarım sonrasında da yapılan hata fark edilir ve çok güzel paylaşımlar yaşadığımız bloglarımız kapatılmaz.
Şimdi protesto yazısıyla gölgelemek istemediğim pastamın resimlerini ayarlamaya gidiyorum (gidiyorum lafın gelişi, nereye gidicem, bu programı kapatıp diğerini açıcam… aaayyyyy ayarımı bozdu bu kapatma benim yaaa…)Hepinizi kocaman öpüyoruuum

15 Ekim 2008 Çarşamba

SARIYER BÖREĞİ ve P.D.Ç.S.E 27


Bugünlerde havalardan mı koşuşturmacadan mı bilmem elim bir türlü yeni yazı yazmaya gitmiyor. Sevgili Birsel'in Etkinlik davetine katılacağımı bildirmiştim.Baktım etkinlik zamanı geçiyor tembelliği bırakıp yazmaya başlama zamanı dedim. Bu sırada farkettim ki bu böreciğin resmi aylar öncesinden taslaklara kaydedilmiş de yazısını bekliyor. Daha fazla beklemesin diye de yazmayı planladıklarım ikinci bir emre kadar rafa kaldırıldı...
Öyle çok birikmiş ki tarifler, bir gün izin alıp, yazıp, sıraya mı koysam hepsini acaba... Yok yok, o günü de evde kalan işlerle boğuşarak ya da fırsat bu fırsat deyip film seyredip yan gelip yatarak geçiririm kesin. ikinci ihtimal daha zayıf tabii ama tarifleri toparlama ihtimali kadar değil:-))
Neyse, geçen gün televizyonda bir dizi de diyordu "fazla zorlama, nasılsa herşey olacağına varır".

Eskiden her İstanbul'a gidişimizde mutlaka Sarıyer Börekçisinden Sarıyer Böreği alır, sahilde çaybahçelerinden birinde yerdik. Açık havada yenen böreğin tadı da bir başka olur. Hala sahilde çaybahçelerinde oturmayı özlüyorum. Anneannem Büyükdere'de otururdu, senede birkaç kez İstanbul'a giderdik... annem anneanneme çok düşkündü ve İstanbul'a gitmek için mutlaka bir bahane bulurdu. Anneannem vefat ettikten 1,5 sene sonra da isteğini yerine getirmek üzere son kez götürdük onu İstanbul'a...

Aslında yazıyı fazla uzatmadan tarife geçmekti niyetim ama Sarıyer deyince anneciğimi ve anneannemi anmadan geçemedim. Mekanları cennet olsun...

Artık toparlanıp tarife geçme zamanı ( yazıyı gecenin bi vakti yazınca böyle oluyor işte:-))
Bu tarif lezzette Sarıyer Börekçisinin böreğini aratmıyor gerçekten, hatta laf aramızda onunki kadar yağlı da değil:-))) Şiddetle tavsiye ediyorum...

Malzemeler;
  • 4 yufka
  • 250 gr. kıyma
  • 4 büyük soğan
  • 1 çay bardağı dolmalık fıstık
  • 1 çay bardağı kuş üzümü
  • 1 çay bardağı sıvı yağ
  • tuz
  • karabiber

Yufka harcı için;

  • 2 su bardağı süt
  • 2 yumurta
  • 1 çay bardağı sıvıyağ
  • üzeri için 1 yumurta sarısı

Kıymayı içine birşey katmadan kavuruyoruz. Başka bir kapta 1 çay bardağı ayçiçekyağı ile soğanları ve fıstığı birlikte kavuruyoruz, soğumaya bırakıp ılındıktan sonra içine kavrulmuş kıyma ve üzümü ilave edip kısık ateşte 10 dak. kavuruyoruz. Tuz ve karabiber ilave edip soğumaya bırakıyoruz.

Yufka harcı için yumurtaları çırpıyoruz, sonra yağı ilave edip çırpıyoruz, en son sütü ilave ediyoruz. Yufkayı açıp sıvı harçtan her yerine sürüyoruz. Soğuyan kıymalı harcı yufkanın ortasına şerit halinde koyuyoruz. Yufkayı D şeklinde katlayıp içteki harcın üzerine gelmeyecek şekilde katlanan parçaya tekrar sıvı harç sürüyoruz, rulo şeklinde sarıyoruz. (ilk fırsatta tekrar yapıp bu aşamaları da fotoğraflayacağım) Tüm yufkaları bu şekilde sarıp tepsiye diziyoruz. Artan yufka harcından yufkaların her yerine sürüyoruz. Üzerine yumurta sarısı sürerek 200 derecede kızarana kadar pişiriyoruz.

Afiyet olsuuun.

6 Ekim 2008 Pazartesi

MEMMECİM GİDİĞİ


Bu başlığı gördüğünüzde çoğunuzun "bu da nesi" dediğinizi tahmin edebiliyorum, zira ilk duyduğumda ben de böyle söyledim. Dinledikçe farkettim ki hızla adetlerimizi, o sürekli övündüğümüz kültür mozaiğimizi, değerlerimizi kaybedip bize ait olmayan bir yapının içine sürükleniyoruz. Ne kadar açıklayıcı oldu değil mi:-)))
Peki baştan başlayalım. Bu sefer bir yemek tarifi yok, onun yerine yeni öğrendiğim ve öğrenmekte bu kadar geciktiğim için utanarak anlatacağım bir geleneği sizlerle paylaşmak istiyorum. Utanıyorum dedim, zira bu gelenek babamın memleketi olan Sivas'a ait bir gelenek ve ben bunu yeni öğrendim;

Arife günü kızım da heveslenerek bizimle oruç tutmak istedi, yaşı küçük olmasına rağmen hevesini kırmak istemedik, bizimle birlikte sahura kalktı ve iftar saatine kadar gık demeden tuttu orucunu. Akşam halama gittiğimizde bunu anlatınca halam kızımı sırtına alıp evde gezdirdi...Bu adeti hatırlıyorum, küçükken ilk oruç tuttuğumda bana da yapmışlardı. Pelin bu durumdan öyle keyif aldı ki, Barkın da heveslenip "yarın ben de oruç tutacağım" dedi ama geç kaldığını öğrenince hevesi kursağında kaldı, seneye bu lafını hatırlar mı bilmem.
Halamın "bana memmecime gelseydiniz ya" demesiyle memmecim gidiği adetiyle tanışmış oldum.

Sivas’ta bayramdan bir gün evvel, yani arefe günü çocuklar oruç tutar Memecim gezerlermiş. Çarşılarda gilikler ( bir çeşit simit) satılırmış. Memmecim giliği, 7 cm kadar çapında olan simitlermiş. Giliklerin 20 kadarı ipte dizili olarak Ramazan ve Kurban Bayramı arefesinde çarşıda satılırmış. Ortası delik, kandil simidine benzeyen giliği evde yapamayanlar çarşıdan alırlarmış.

Arife günü bayramlıklarını giyen çocuklar ellerine birer oklava alıp mahallelerinde "memmecim" gezmeye başlarlarmış. Ellerindeki oklavaya evden ilk giliklerini takan çocuklar geldikleri evin kapısına oklavayla vurarak ;

Memecimin havaası
Madelerin tavaası
Gökten rahmet
Yerden bereket
Amin amin...Bir gilik.

diye hepbir ağızdan şarkı söyleyen çocuklara ev sahibi akşamdan hazırladığı ’Memecim giliği’ni getirir, kendi eliyle çocukların sopalarına takar eğer gilik yoksa şeker, para, leblebi vb. vererek çocukları geri çevirmezmiş. Çocuklar kendilerine hediye veren ev sahibine övücü sözler söyleyerek, ’Allah daha çok versin... Bereket versin...’ sözleriyle evden ayrılarak bir başka kapıya doğru yönelirlerken hediye verilmezse ”Kazanın dibi yana...Kazanın dibi kurusun... Kazanın dibi patlasın... Kazanın dibi bakır, itler sürüsün takır takır...” diye beddua ederek oradan ayrılırlarmış.

Senede iki defa Ramazan ve Kurban bayramlarının arefelerinde uygulanan bu adet Sivas’ın eski mahallelerinde görülebilirse de artık eskiden olduğu gibi yaygın değilmiş.
Bu adeti ilk duyduğumda aklıma "cadılar bayramı" geldi .


Şaka mı şeker mi diye kostümleriyle dolaşan çocukları nerdeyse hepimiz duymuşuz veya seyretmişizdir.Ama bir Sivaslı olarak, her ne kadar hiç Sivas'ta yaşamamış olsam da, bize özgü ve ne yazık ki unutulmaya yüztutmuş bir adeti yeni öğreniyor olmak beni utandırdı doğrusu. Ben de buraya yazmak istedim. İstedim ki bilmeyen okusun, okuyan okumayana, duyan duymayana anlatsın. Uygulayamasak da adetlerimiz unutulmasın.

3 Ekim 2008 Cuma

BAYRAM ÇİKOLATALARIM


Bir bayram daha bitti akıp giden zamanda,
Hayat defterinden kopan bir kaç sayfa daha...
Eskiden, şekerler hazırlanırdı kapıya gelen çocuklara,
Baklavalar, börekler hep evde yapılma.
Günlük elbiseler olmaz, ille de bayramlık giyilecek,
Sonra başlardı evler arası köşe kapmaca.
Önce küçükler büyüklere gidecek,
Ellerinde ya bir kutu çikolata, ya da bir demet çiçek,
Kurulacak bayram sofrası, hep birlikte yenecek.
Ellerini kremlemiş, kolonya sürünmüş babaannem,
Ne de olsa her gelen onun elini öpecek.
Ne başucumda bekleyen rugan bayram ayakkabısı,
Ne bayram harçlıkları renk renk mendil arası,
Yok artık macun şeker, koshelva
Kalmadı bayramların o sihirli havası.
Sibel Erzincan

Nasıl başlasam yazmaya derken baktım çoktan başlamışım yazmaya... Bayramı Ankara'da geçirmek mi, kaybettiklerimi özlemek mi yazdırdı bu satırları bilinmez ama bildiğim bir şey varsa o da ne yazık ki bayramların artık sadece tatil anlamına geldiği.

Bu bayram beyaz ve sütlü kuvertür çikolata kullanarak çikolatalarımı kendim hazırlamak istedim. Çocuklar için tavşan şeklinde çikolatalar hazırladım, istedim ki bayram sabahı kahvaltıdan sonra ilk çikolatalarını ben vereyim. Sanki sadece bayramda çikolata, şeker yiyorlaşmışcasına iştahla ve heyecanla saldırdılar çikolatalara.
Sonra heyecanla kuzenleriyle birlikte komşu kapıları çalmaya gittiler, bayramlaşıp şeker toplamaya. Ama bizim çocukluğumuzdaki gibi olmadı...Kapıyı açmayanlar, açıp "ben seni tanımıyorum" deyip kapatanlar, çocukların şeker toplama yarışına bile kuşkuyla yaklaşanlar...



Bayram tatili uzun olunca Ankara bayağı boşalmıştı. (Ah keşke trafik hep böyle rahat olsa)
Hal böyle olunca fazla gelen giden de olmadı. Çikolataların çoğu da çocuklara kaldı...

Tahmin edildiği üzere "tamam istediğiniz kadar yiyebilirisiniz" dediğimin dakikasında tüm çikolataların dibine darı ekilmişti:))))))



Herkesin bayramını bir kez daha kutluyorum, bir çikolata almaz mısınız?..

instagram hesabım: @serzincan

Related Posts with Thumbnails